14 Şubat 2013

Yaşlı Adam, Köpek ve Kedi

    Her gün siyah çerçeveli gözlükleri olan, 75-80 yaşlarında bir amcayla rastlaşıyorum işime gelirken. Yanında bir sırdaşı yürüyor onunla, kırmızı yünden kıyafet giydirilmiş, bej renkli köpeği. Bazen bakkala giderken, bazen de bakkaldan elinde ekmekle dönerken görüyorum onu. Yareni köpeğiyle yavaş yavaş yürüyor sokakta. Köpeği nasıl onun dostuysa, köpeğin de bir dostu oluyor hep yanında, onlarla beraber yürüyen sarı-beyaz bir kedi. Köpeğin ayaklarına dolanıyor, aynı adımları atmaya çalışıyor, oynamak istiyor onunla. Ama köpek pek pas vermiyor, yaşlı sahibine yardım etmek kediyle oynamaktan daha değerli onun için. Hem çok hareketli olursa yorup zarar verebilir sahibine. Bazen kediye bakıyor, onun sevgisini görüyor, başıyla onu sevdiğini belli eden bir hamle yapıyor. Kedinin sevinçten daha da dikeliyor kuyruğu o zamanlar. Ama mesafesini de korumalı köpek. Bu sevgi hareketinden yararlanıp daha da sırnaşırsa, bir başka kafa hamlesiyle yaşlı adamın yolu üzerinden hafifçe ittiriyor kediyi. Kedi de hemen kenara çekiliyor yaşlı adam geçsin diye. Onu hiç yormuyorlar. Tek yaptıkları yan yana, birbirlerinin sevgisini bilip hissederek ve eğlenerek yürümek. Yürüdükleri sokak hepi topu 150-200 metre kadar ama her sabah onları göreceğim diye sevinçle giriyorum o sokağa. Ve korkuyorum da bazen, ya bir gün onları göremezsem diye. Ya köpeğin arkadaşı olmazsa yanında, ya başıboş bir şekilde koşarken görürsem köpeği, ya yaşlı adamı kediye sarılmış bulursam?
    Bildiğimi, gördüğümü, tanıdığımı sandığım pek çok şeyden daha fazla tanıyor ve seviyorum onları. Çünkü gördüğümüz yalnızca kendimiziz. Aynaya değil hayata bakmamız yeterli aslında. Böylece fark etmek sonsuzluğun, sonsuzluğumuzun kendisi olur. Fark etmek var etmektir çünkü. Hem kendini, hem benzerini, hem bizi. Demek ki içimdeki de yalnızca özlemimi, bendekini yitirme korkusu...