Tiyatronun konusu,
en temelde yaşamdır. Yaşamayı, nasıl yaşandığını, yaşamanın
ne olduğunu, daha iyi nasıl yaşanabileceğini, yaşananların
nasıl düzeltilebileceğini ve yaşama dair daha pek çok şeyi
anlatır, araştırır, üzerine düşündürür, güldürürken
sağaltır. Yani tiyatro yaşama dair ve yaşamsal bir şeydir.
Şimdilerde ise
ölüm var. Her yerde. Sokaklarda, evlerde, parklarda, şehirlerin
göbeğinde, bodrum katlarında. Ve dahi okullarda, vakıflarda.
Yaşama dair elimizde ne varsa teker teker alıyorlar bizden,
umutlarımızı, sevdiklerimizi, vücut bütünlüğümüzü, güvende
olma ihtiyacımızı.
Umut etmek isterdim
ama bu kadar çok şey elimizden yitip giderken, elimiz yüzümüz bu
kadar pisliğe, kalbimiz bu kadar kana bulanmışken, soruyorum
kendime nerede hata yaptık diye. Tiyatroyla anlatamıyor muyuz daha
güzel bir hayatı, yaşamın tazeliğini? Biz çok mu uzağız
sesimizi duyurmak için yoksa kalpleri bu kadar kurumuş mu ki bu
insanların yaşama dair her sözün yerine artık para, çıkar,
ölüm kelimesini kullanıyorlar? Kimin çıkarına olduğunu artık
kestiremediğim insanlar için, yaklaşımlar, sistemler için her
gün ölüyoruz, öldürülüyoruz.
Artık yeter!
İnsanın en temel hakkı yaşama hakkıdır! Bizler burada,
sahnelerde, bin yıllardır bunu savunuyoruz. Savunmaya da devam
edeceğiz. Hem de bir şeyci olmak zorunda kalmadan. Çünkü sanat,
tiyatro, insanın yanındadır, yaşamın yanında.
İşte bu 27
Mart'ta, sizleri yaşamın yanında yer almaya çağırıyoruz. Her
ne kadar bizden almaya çalışsalar da, insan olmanın, “biz”
olmanın, yaşamın yanına. İnadına ve inatla.
27 Mart Dünya
Tiyatrolar Günümüz kutlu olsun.