Yanlış
giden bir şey var. Aynı kelimeleri kullansak da, kelimelerimiz aynı kavramları
anlatmıyor. Ortak cümlelerde anlaşmaya çalışmak yerine, kendi söylediğimiz
cümlelerin geçerliliğini kanıtlamak için uğraşıyor, kabul edilmedi mi de küfür
etmeye başlıyoruz. Bu direnişin amacı bu mu peki? Hepimizin “bir” olması, adil,
eşit ve özgür bir yaşam için çabalamak mı yoksa inandığımız doğruların çoğunluk
haline gelmesi için uğraşmak mı? Yani sözü doğru olan bir “ben” için mi bu çaba,
yoksa yalnızca herkesin eşit olduğu bir “biz” için mi? Önce hangisi için
meydanlara çıktığımıza karar vermeliyiz
kendi içimizde. Direnişten ne bekliyoruz ki onca biber gazı, cop, tazyikli suyun
karşısında dimdik durabiliyoruz? Hiçbir din, dil, ırk, renk, inanış, parti,
düşünce bu direnişte suçlanmamalı, hor görülmemeli ya da tek doğru olarak
kutsanmamalıdır. Birbirimizin görüşlerine saygı duymayı öğrenemedikçe birlik
olamayız. Konuşmadan önce, yazmadan, paylaşmadan önce bir kez daha düşünmemiz
gerekiyor sahip olduğumuz her düşünceyi: “Belki yanlışım, belki yeterince bilgi
sahibi değilim ya da yanlış anladım veya yeterince dinlemedim. Eleştiri
kişiliğime yönelik de olmuş olabilir ama ya değilse, ya amaç yalnızca
savunduğum düşüncenin eleştirilmesiyse? Yoksa düşüncemle kişiliğimi birbirine
mi karıştırıyorum? Karşımdaki benim düşündüğümden farklı bir şeyi savunuyor ama
neden?”
Yeni
şeyler öğrenmeye hazır değilsek, hangi direniş bizi değiştirebilir ki? İnandığımız,
bildiğimizi düşündüğümüz şeyleri sorgulamaya hazır olmalıyız artık. Özgür bir
hayata ulaşabilmenin tek yolu, başkalarının da özgürlüğünü desteklemekten geçer.
Direniş, herkese yalnızca insan olduğu için sarılabilmek demek, “farklılıkta
birlik” demek. Daha çok dinlemeyi, anlayıp empati kurmaya çalışmayı,
farklılıklarla çoğalmayı deneyelim. Denemekten bir zarar gelmez.