Yazmamak, bir şey dememek için
tutuyorum kendimi kaç zamandır. İnternet kahramanlığına gerek
yok çünkü. Basit bir kendini sağaltım, sen ben bizim oğlanın
beğenmeleri, paylaşmaları ve ben üzüntümü dile getirdim çabası
gibi geliyor bana. Ama tutamıyorum kendimi. Sormadan duramıyorum.
Ağıdın dili var da acının dili, dini var mı? Binbir zahmetle
büyüttüğün evladın bir yerde, bir şekilde, doğal olmayan
yollarla ölüyor. Geriye elinde bir taziye, bir kınama ve sayıya
dönüşmüş gencecik bir beden kalıyor. Şanslıysan bir beden
tabii. Belki de o bile geçmiyor eline.
İnsan, ne zaman insan olacak? Her
sokaktan bir cenaze kaldırmadan bitmeyecek mi bu zorbalık? Gün
yeniden doğabilecek mi o anaya? Hayalleri ne oldu o insanın? Ne
zaman öğreneceğiz “biz”i? Her “can”, bizim bir hücremiz.
Hücrelerimiz ölüyor her gün. Sırf birileri kendilerini
“diğerleri”nden daha üstün, farklı, değerli görüyor diye.
Öteki diye bir şey yok. Diğerleri diye bir şey yok. Sadece “biz”
varız. Ama evladını kaybetmiş o ana, anlayabilir mi artık
“biz”i.
İnsan olmaktan başka çözüm yok.
Sevmekten başka çözüm yok. “Ben”i değil, “biz”i sevmek.
Bizi birbirimize bağlayan her şeyi. Aradığımız Tanrı da zaten
onun kendisi. Bunu reddettikçe, “biz”le aramıza diller, dinler,
ırklar, kelimeler girmeye devam edecek. Ve umarsızca “benim”
olan Tanrıyı aramaya devam edeceğiz. “Bizim Tanrımız”
dediğimiz ise bir ırkın, bir yaklaşımın Tanrısı olmaktan
öteye geçemeyecek.
“Biz” biriz! “Biz” biriz!
Ağıdın dili ayrı ama acının dili bir! “Biz” biriz! “Biz”
biriz! Öldürmeyin artık “biz”i!