Türkiye,
sanat adına çok zor zamanlardan geçiyor. Yalnızca tiyatro değil,
opera, bale, müzik,
sinema,
heykel, resim, bütün sanat dalları önce bağımsızlıklarını
yitirme, sonra da mevcudiyetlerini
kaybetme
riskiyle karşı karşıya. Devlete bağlı ya da özel pek çok
kuruma yapılan gibi sanatın da tek elden idare edilmesi, tek ve
aynı cümleyi tekrar edip durması isteniyor. Sözünü direkt
olarak, insanla ve insanın yüzüne yüzüne söyleyen tiyatro, bu
yüzden hedef tahtasının ortalarında alıyor yerini.
Çıkacak
tek bir çatlak ses muhteşem (!) giden bu yapıya dinamit koymak
demek. Elbette buna izin verilemez! Çünkü tiyatro eleştirir. Daha
iyinin, daha eşit ve adil olan bir dünyanın mümkün olabileceğini
haykırır. Bunun olabilmesi demek, içinde yaşadığımız ve
gerçeklik olarak sunulan şeyin, aslında insan için ne kadar da
yanlış bir dünya olduğunun fark edilmesi, anlaşılması demek!
İşte o zaman da soru sormaya başlar insan mazallah: Nasıl yani?
Ayakkabı kutularından milyon dolarların çıkmadığı, iletişim
kurma özgürlüğünün baltalanmadığı, adaletin hiçbir baskı
altında kalmadan, gerçekten adilce karar verebildiği bir hayat
mümkün mü? Herkesin sağlıklı bir şekilde ekmek almaya gidip
gelebildiği, insanın ifade özgürlüğünü kullandığı için
saldırıya uğramadığı, paranın her şeyi satın alamadığı
bir yaşam var mı gerçekten? Rant için nefes almanın, çıkar
için onurun, cesaretin, dürüstlüğün satılmadığı bir hayat
olabilir mi?
Olabilir.
Tiyatroyla, sanatla olabilir. Çünkü tiyatro yanlışlıkları
insanların yüzüne çarpar, üstü örtülmek istenen şeyleri gün
yüzüne çıkarır, zalimi gülünç hale düşürüp kendini
görebilmesi için uğraşır. Ölçüyü aşanları trajik durumlara
düşürür, "paranın yenmeyecek bir şey olduğunu" ya da
kefenin cebinin olmadığını hatırlatırcasına. Coşkulandırır,
soru sordurur, empati kurdurur. İşte bu yüzden, daha insanca bir
yaşamın, birileri para kazansın diye savaşların çıkarılmadığı
bir dünyanın gelebileceğine dair umutları yeşertir sanat,
tiyatro. Bugünü kurtarmanın peşinde değildir, sonsuzluğu
hedefler. O nedenle tiyatrolar binlerce yıl önce yazılmış
metinleri hâlâ oynayabilir. Hep geleceğe
dönüktür tiyatro. Gelecek nesiller, betonlarla değil ağaçlarla
nefes alabileceğini bilsin, hayatın çoktan seçmeli seçeneklerle
değil hayal gücüyle var olabileceğini fark etsin, yaşantısının
temeline sevgiyi, insan olmayı, bir bütün olmanın mutluluğunu
koyabilsin diye uğraşır, didinir.
İşte
tam da bu yüzden mümkünse susturulması, 'henüz' mümkün değilse
baskı altına alınması gerekmektedir. Ancak o kadar eğlenceli ve
dikkat çekicidir ki, bu onu güçlü kılar ve bastırılmasını
zorlaştırır. Madem öyle, neden mevcut yaşamın en iyisi olduğunu
söyleyerek insanları ikna etmek için kullanılmaya çalışılmasın
tiyatro? Bari bir işe yarasın!
Böyle
düşünenler için üzücü haber şudur ki, tiyatro, sanat
muhaliftir. Zaten aksinin yapılması sanatı sanat olmaktan çıkarır.
Ama siz yine de baskıyla istediklerinizi söyletmeye çalışırsanız
sanata, sizin istediğiniz cümleyi söylüyormuş gibi yaparken
aslında tersini söylüyor olduğunu hissettiriverir. Tek
tipleştirmeye çalıştığınız insanları sahnede bir arada
gösterdiği an, bunun nasıl insanlık dışı bir şey olduğunu
fark ettiriverir. Mizah da muhalif olduğuna göre insanları
yalnızca acı, keder, gözyaşı, ciddiyet içinde tutmaya çalışır
ama insan tek bir duygu durumuyla sürdüremez ömrünü. Sanatı
kendine yontmaya çalışanlar eninde sonunda yenilir, yenilecektir.
Çünkü insan güçlüdür, çünkü insan doğayla vardır, çünkü
insan adaletsizliği, ahlaksızlığı, yanlışlığı, cahil
bırakıldığı için görmese de hisseder. Bu hissettiği şeyi
kabul ettiği an da bu haksızlığın bir parçası olmayı, buna
göz yummayı kendine yediremez. Bu doğanın, insanın öz yasası.
Elde edilen çoğunluk sayesinde işe geldiği gibi çıkartılan
yasalara benzemez bu yasa...
Velhasılıkelam,
bu iş zor! Bir yerden kıstırırsın sanatı, o sözünü
söyleyecek başka bir delik bulur. Sahnesini kapatırsın, ekonomik
krize sokmaya çalışırsın, ağaçlarını kesip sanayi sitesi
yapmaya kalkarsın, o sokağa çıkar, bir şekilde insanlara ulaşır.
Yalnızca konuşmaz da, gösterir, dahil eder, öyle ya da böyle bir
şekilde sözünü söyler.
Bugün,
27 Mart'ta tiyatro salonlarını dolduran bütün seyirciler
bilmelidir ki daha adil, daha eşit, daha insanca bir hayat herkes
için mümkündür. Ve sizler, tiyatro, opera, bale, senfoni, sinema
salonlarını doldurdukça, sokakta rast geldiğiniz bir oyunu
izledikçe, tahrip edilen bir heykele ya da resime sahip çıktıkça
sanat varlığını sürdürmeye devam edecek. Hayata seyirci
kalmadığımız, 'sanatın' izleyicisi olduğumuz nice 27 Mart'larda
görüşmek ümidiyle...
27
Mart Dünya Tiyatrolar Günümüz Kutlu Olsun...