26 Mart 2013

Tiyatro Aşktır

         Bir başka 27 Mart daha geldi çattı. Her sene daha da çok şey söylenmesi gerekiyor sanki, daha çok ses çıkarmak, daha kararlı olmak, daha fazla dile getirmek yanlışları. Bunlara kapılıp giderken de unutuveriyoruz aşkı. Tiyatronun nasıl bir tutku olduğunu, hayatlarda nasıl da güzel ve yepyeni, aydınlık pencereler açtığını. Sahnedeyken sen, yalnızca sen olmaktan çıkmıyorsun, o “öteki sen”in ölmemesi için, ekipçe, var gücünüzle yaşar kılmaya çalışıyorsunuz senden çıkan bir başkasını. Tıpkı yaşamda olduğu gibi, varlığının başkalarının varlığına bağlı olduğunu biliyorsun böylece, ışığa, kostüme, makyaja, dekora, müziğe. Tüm bunları yaparken de başka bir insanı yaşatmak olmuyor bu, o olmak ve her gün kendini onda yeniden bulup tazelenmek anlamına geliyor. İşte bu deliliği gerçekleştirebilmenin tek yolu da aşk, tutku. Yoksa onca kişinin karşısına çıkıp, olmadığını sandığın biri gibi davranmak, onun nefes almasına uğraşmak, ölesiye bir korkuyla tüm zaman anlayışlarından kopmak bu kadar zevkli olabilir miydi? Her anını tiyatroya dair bir bilinçle yaşamanın getirdiği yükü kaldıramazsın ki, içinde böylesi bir tutkuyu barındırmıyorsan. O yüzden tiyatro bir yaşam biçimi değildir, yaşamın ta kendisi, yaşama duyulan bağlılıktır.
         Ama ne çare ki yine bir 27 Mart'ta tüm bunlardan bahsedemiyoruz. Tiyatronun nasıl bir aşk olduğundan daha ciddi sorunlarımız var yine. Tiyatronun nasıl ayakta durabileceğinden konuşuluyor, ardı ardına kapanan sahnelerden, baskılardan, tiyatronun muhalif niteliğini kaybetmesi için gün geçtikçe içinin boşaltılmaya çalışılmasından, aleni ya da gizli yasaklamalardan vs. vs. Bunlar konuşulurken şunu atlıyoruz nedense. Tiyatro, tarihin çok az bir döneminde baskıdan uzak kalmıştır da, bir oh deyip keyifle buluşabilmiştir izleyicisiyle. Doğaldır çünkü başka hangi sanat dalı söylemek istediğini açık açık söylerken aynı anda da dokunabilir insanlara, bakar gözlerinin taa içine? Sahnedeyken sanatçının kalbiyle seyircinin kalbi aynı ritimde atar, aynı anda tutulur nefesler. Sahnede bir kişi atıyorsa da çığlığı, aslında yüzlerce kişidir aynı haykırışla bağıran. Bu yüzden de korkulur tiyatrodan. Sadece düşünce sunmakla kalmaz, heyecan, inanç, umut sunar insana ve bunu öyle bir yapar ki, belleklerde kalır bıraktığı o his. Seyirci o tadı aldı mı, o özgürlüğü, hayalleri yaşadı mı da dinlemez olur onu uyutanları, cahil bırakmak için uğraşanları. Böylesi bir güç, düşünmeyi, özgürlüğü, kahkahayı, kadını ve erkeği yani aslında insanı susturmak isteyenleri elbette korkutacaktır.
Onların anlayamayacakları bir şey var: Tiyatro aşktır. Ne kadar denerlerse denesinler alamazlar insanların elinden oynamayı, çocuk kalmayı, kendini başkalarına göre tanımlarken başkalarında kendini bulmayı. Çünkü bunlar var oluşumuzun kendisidir. Ve bu yüzden, tiyatro var oluşumuzu kutladığı, bunu değerli kıldığı, “ben”i “biz” yaptığı için sürdürecektir yaşamını. İnsanın kendisidir tiyatro ve insan aşka borçludur varlığını. Bu yüzden de istedikleri kadar denesinler sınırlandırmayı, engellemeyi, yok etmeyi. Başaramazlar. Çünkü tiyatroyu yasaklamaya çalışmak, yaşamayı yasaklamaya çalışmaktır. İşte yine bir 27 Mart'ta, tiyatro sahnelerine çıkan, onları izleyen, kalbinden tiyatro aşkını geçiren herkes, bu yaşama hakkına sahip çıkanlardır. Dünya tarihi kurulan düzenlerin yıkılışına, bitmez sanılan baskı dönemlerinin, karanlıkların bitişine şahitlik etmiştir. Ama tiyatro binyıllardır aynı güçle, insanın yaşamı sevme gücüyle, aşkla ayakta kalmıştır. Ve aynı güç onu sonsuza dek var kılacaktır.
         Hepimizin 27 Mart Dünya Tiyatrolar Günü Kutlu Olsun.