26 Ağustos 2012

İz


Bu anlatılabilir bir şey değil, yalnızca yazılabilir bir şey…Geçmişe makas atarız. Çıkarırız hayatımızdan her şeyi. Acı tatlı dinlemeyiz bazen, acı kefesi ağır basar terazinin, sileriz. En azından deneriz yok etmeyi. Geçmişini taşıyan şimdisine ulaşamaz çünkü.
            Oysa bizler, bir bütünün birbiriyle durmaksızın etkileşen parçaları, bambaşka cümleler taşırız birbirimize ait. Ve hatta bazılarını kendimizin kelimeleri sanırız da cümle içinde kullanırken ortaya çıkar aslında onun bize ait olmadığı.
            Bir an gelir biri söyler: “Az önce gökyüzüne, Büyük Ayı’ya baktım.” Ve birden bütün ipleri çözülüverir geçmişin. O artık şu ana aittir ve bu cümleler gerçekten senindir. Daha doğrusu senin başkalarında bıraktığın izlerin su yüzüne çıkmasıdır. Hiç beklenmedik bir anda kendine söylediklerini birileri sana tekrar eder…Onlar geçmişin sesleridir, aslında kesiştiğiniz yolda onlarda senden kalan iz.
            Binlerce, on binlerce izle yaşarız hayatı. Bizi birbirimize bağlayan şeydir o iz. Anı ya da geçmiş dediğimiz yalnızca budur, birbirimizden edinip taşıdıklarımız. Sonra bir gün, bir yerde, her şey arka arkaya devrilirken, evine konuk olur ve yüzünde tatlı bir tebessümle karşına geçer. Anlarsın ki o Büyük Ayı, yalnızca senin değildir. O artık “biz” dediğin bütünün değişmez bir parçasıdır.
            Hepimiz bu kadar bağlıyken birbirimize, hepimiz aynı izleri taşırken, bu kadar yaralı kalmayı denemek neden?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder