24 Mart 2014

SEYİRCİ KALMAK YA DA KALMAMAK İŞTE BÜTÜN MESELE BU!

Türkiye, sanat adına çok zor zamanlardan geçiyor. Yalnızca tiyatro değil, opera, bale, müzik,
sinema, heykel, resim, bütün sanat dalları önce bağımsızlıklarını yitirme, sonra da mevcudiyetlerini
kaybetme riskiyle karşı karşıya. Devlete bağlı ya da özel pek çok kuruma yapılan gibi sanatın da tek elden idare edilmesi, tek ve aynı cümleyi tekrar edip durması isteniyor. Sözünü direkt olarak, insanla ve insanın yüzüne yüzüne söyleyen tiyatro, bu yüzden hedef tahtasının ortalarında alıyor yerini. 

Çıkacak tek bir çatlak ses muhteşem (!) giden bu yapıya dinamit koymak demek. Elbette buna izin verilemez! Çünkü tiyatro eleştirir. Daha iyinin, daha eşit ve adil olan bir dünyanın mümkün olabileceğini haykırır. Bunun olabilmesi demek, içinde yaşadığımız ve gerçeklik olarak sunulan şeyin, aslında insan için ne kadar da yanlış bir dünya olduğunun fark edilmesi, anlaşılması demek! İşte o zaman da soru sormaya başlar insan mazallah: Nasıl yani? Ayakkabı kutularından milyon dolarların çıkmadığı, iletişim kurma özgürlüğünün baltalanmadığı, adaletin hiçbir baskı altında kalmadan, gerçekten adilce karar verebildiği bir hayat mümkün mü? Herkesin sağlıklı bir şekilde ekmek almaya gidip gelebildiği, insanın ifade özgürlüğünü kullandığı için saldırıya uğramadığı, paranın her şeyi satın alamadığı bir yaşam var mı gerçekten? Rant için nefes almanın, çıkar için onurun, cesaretin, dürüstlüğün satılmadığı bir hayat olabilir mi? 

Olabilir. Tiyatroyla, sanatla olabilir. Çünkü tiyatro yanlışlıkları insanların yüzüne çarpar, üstü örtülmek istenen şeyleri gün yüzüne çıkarır, zalimi gülünç hale düşürüp kendini görebilmesi için uğraşır. Ölçüyü aşanları trajik durumlara düşürür, "paranın yenmeyecek bir şey olduğunu" ya da kefenin cebinin olmadığını hatırlatırcasına. Coşkulandırır, soru sordurur, empati kurdurur. İşte bu yüzden, daha insanca bir yaşamın, birileri para kazansın diye savaşların çıkarılmadığı bir dünyanın gelebileceğine dair umutları yeşertir sanat, tiyatro. Bugünü kurtarmanın peşinde değildir, sonsuzluğu hedefler. O nedenle tiyatrolar binlerce yıl önce yazılmış metinleri hâlâ oynayabilir. Hep geleceğe dönüktür tiyatro. Gelecek nesiller, betonlarla değil ağaçlarla nefes alabileceğini bilsin, hayatın çoktan seçmeli seçeneklerle değil hayal gücüyle var olabileceğini fark etsin, yaşantısının temeline sevgiyi, insan olmayı, bir bütün olmanın mutluluğunu koyabilsin diye uğraşır, didinir. 

İşte tam da bu yüzden mümkünse susturulması, 'henüz' mümkün değilse baskı altına alınması gerekmektedir. Ancak o kadar eğlenceli ve dikkat çekicidir ki, bu onu güçlü kılar ve bastırılmasını zorlaştırır. Madem öyle, neden mevcut yaşamın en iyisi olduğunu söyleyerek insanları ikna etmek için kullanılmaya çalışılmasın tiyatro? Bari bir işe yarasın! 

Böyle düşünenler için üzücü haber şudur ki, tiyatro, sanat muhaliftir. Zaten aksinin yapılması sanatı sanat olmaktan çıkarır. Ama siz yine de baskıyla istediklerinizi söyletmeye çalışırsanız sanata, sizin istediğiniz cümleyi söylüyormuş gibi yaparken aslında tersini söylüyor olduğunu hissettiriverir. Tek tipleştirmeye çalıştığınız insanları sahnede bir arada gösterdiği an, bunun nasıl insanlık dışı bir şey olduğunu fark ettiriverir. Mizah da muhalif olduğuna göre insanları yalnızca acı, keder, gözyaşı, ciddiyet içinde tutmaya çalışır ama insan tek bir duygu durumuyla sürdüremez ömrünü. Sanatı kendine yontmaya çalışanlar eninde sonunda yenilir, yenilecektir. Çünkü insan güçlüdür, çünkü insan doğayla vardır, çünkü insan adaletsizliği, ahlaksızlığı, yanlışlığı, cahil bırakıldığı için görmese de hisseder. Bu hissettiği şeyi kabul ettiği an da bu haksızlığın bir parçası olmayı, buna göz yummayı kendine yediremez. Bu doğanın, insanın öz yasası. Elde edilen çoğunluk sayesinde işe geldiği gibi çıkartılan yasalara benzemez bu yasa... 

Velhasılıkelam, bu iş zor! Bir yerden kıstırırsın sanatı, o sözünü söyleyecek başka bir delik bulur. Sahnesini kapatırsın, ekonomik krize sokmaya çalışırsın, ağaçlarını kesip sanayi sitesi yapmaya kalkarsın, o sokağa çıkar, bir şekilde insanlara ulaşır. Yalnızca konuşmaz da, gösterir, dahil eder, öyle ya da böyle bir şekilde sözünü söyler. 

Bugün, 27 Mart'ta tiyatro salonlarını dolduran bütün seyirciler bilmelidir ki daha adil, daha eşit, daha insanca bir hayat herkes için mümkündür. Ve sizler, tiyatro, opera, bale, senfoni, sinema salonlarını doldurdukça, sokakta rast geldiğiniz bir oyunu izledikçe, tahrip edilen bir heykele ya da resime sahip çıktıkça sanat varlığını sürdürmeye devam edecek. Hayata seyirci kalmadığımız, 'sanatın' izleyicisi olduğumuz nice 27 Mart'larda görüşmek ümidiyle... 

27 Mart Dünya Tiyatrolar Günümüz Kutlu Olsun...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder